Müslüman olduktan sonraki tarihlerinde de zaman zaman yenilmişlerdi, ama hiçbir yenilgide şimdiki kadar kendilerini ezdirmemiş ve bedeli ne olursa olsun, düşmanlarının kendilerini aşağılamalarına fırsat vermemişlerdi. Karşılaştıkları zorluklar ne kadar büyük olursa olsun, tercihlerini her zaman yaşamın da ve ölümün de onurlu olanından yana yapmışlardı. İşte bu gerçeklerden hareketle, bu Müslümanların son yüz küsur yıldır tarihlerinin en silik, en ezik ve en teslimiyetçi dönemlerini yaşıyor olduklarını söylersek, yanlış mı?
Kimlerden, hangi Müslümanlardan mı söz ediyoruz?
Tabii ki, Araplardan, Farslardan, Kürtlerden ve Türklerden… Yani kendimizden…
Bu sitemimiz de evvela yöneticilere ve saniyen ihmalleri olduğu kadar biz yönetilenleredir. Çünkü yönetildiğimiz rejimlerin niteliği ne olursa olsun, liderlerimizin kendilerini Müslüman olarak tanımlıyor olmaları, doğal olarak onlara ifa etmeleri gereken yükümlülükler de yüklüyor. Ancak girişte de arz ettiğim gibi, bu yükümlülüklerimizi yerine getirmeyişimizin sonucunda tarihimizin en uzun utanç dönemini yaşıyoruz. Bu halimizden örnekler vermek için 10, 20, 50 ve 100 yıl öncesine gitmeye gerek yok.
Bu örneklerden ilki, Gazze’dir. Sadece işgalci israilin soykırım yaptığı son 14 aydaki duruşumuzu resmetmemiz yeterlidir. Bir cinayetten değil, bir katliamdan değil, bir soykırımdan söz ediyoruz. ABD ve Batılı ülkelerin çoğu da bütün imkânlarıyla birlikte kayıtsız ve şartsız israilin yanında yer almalarına rağmen, İslam ülkelerinden kaç tanesi Gazzelilerin yanında yer aldı? Mazlum Gazzelilerin yanında yer almamalarını da geçtik, birçoğunun soykırımı kınayacak kadar bile onurlarının olduğunu gördük mü? Ya Netanyahu’nun, “koltuğunuzdan olmak istemiyorsanız, oturun oturduğunuz yerde” diye azarladığı liderlerin adeta kuyruklarını kıstırmalarına ne demeli? Peki, işlediği soykırımdan dolayı yerinde bir tanımla israil için “Terör Devleti” diyen Türkiye, bu sözlerinin gereğini ne ölçüde yerine getirdi? Bu sorunun cevabı Ceyhan Boru Hattı’nda ve israile olan ihracattadır. Ama diyelim ki, hükümet soykırımcıya hak ettiği cevabı veremedi. Ya biz Müslümanlar, sözüm ona toplumun % 90’ını oluşturuyor olmamıza rağmen, Siyonistlere açık desteklerini dünyaya ilan eden dev şirketlerden bir tanesinin bir tanecik şubesi bile olsun, boykotumuzla kapatmayı başarabildik mi? Buna karşılık % 40’ı gayrimüslimlerden oluşan Malezya bile boykotla o siyonist şirketlerden bazılarını kapatmayı başardı.
İkinci bir örnek… Soykırımcı israili uluslararası mahkemeye veren ülkelerin içinde İslam ülkesi var mı? Bu bağlamda kurulan 9 kişilik Lahey Grubu’nun içinde bir İslam Ülkesi de var mı?
Üçüncü bir örnek… İslam Ülkelerinin, bir yandan Gazzelilere yardım etmemenin utancını yaşıyorken, şimdi de Trump’un, Gazzelileri tehcir etme planına hak ettiği cevabı verememenin ezikliğini yaşamaları… Hatta Trump’ın, liderleriyle konuştuğu Ürdün ve Mısır’ın emrine itaat etmemeleri halinde başlarına geleceklere hazır olmaları tehdidinde bulunduğu ve bu tehdidi de aslında zımnen bütün İslam ülkelerine yaptığı halde, hiçbirinin onurlu bir tepki verememiş olması ne acı…
Dördüncü örneğimiz de, hem Kürtleri temsil iddiasında olan bazı grupların ve hem de hala Kürt vatandaşlarına karşı adil olmayan yöneticilerin bu sorunu adalet temelinde (inandıklarını iddia ettikleri İslam’a göre) çözmek iradesini ortaya koyacaklarına, Amerika, israil ve Avrupa’dan medet umma derekesine düşmüş olmalarıdır. Bunun da nedeni, kendimizi Müslüman olarak tanımlıyor olsak bile, eylemde İslam’ı ortak payda olarak görmeyişimizdendir. Tabii, bu zilleti yaşamamızda, milliyetçiliği ve mezhepçiliği inancımıza öncelemiş olmamızın payı da büyüktür.
Sonuç olarak, soykırımcılarımızı sorunlarımızı çözmenin mercii olarak medet ummaya devam mı edeceğiz, yoksa onlara karşı kıyam mı edeceğiz?